Bir sabah her zamankinden farklı bir yorgunlukla uyandı. Yorgun olan bedeni değildi, aklı ve duyguları yorgundu. Uzun zamandır silinmemiş bir pencerenin arkasından bakmanın yorgunluğu ve ağırlığı olduğunu düşündü.
Neredeyse bir servet harcayarak ve gerçekten aşık olduğuna inandığı zaman aldığı şık torbasını çıkardı. Yıllarla içine hem kendisinin kendine verdiği, hem de diğerlerinin ona verdiği akılların her birini yazdığı kağıtları doldurmuştu.
Yaşadığı yorgunluk, “ben” sorularını da yoğunlaştırmaya başlamıştı. Bir yandan sessizce bu sorularını dinlerken, torbadan tek tek kağıtları çıkarmaya ve okumaya başladı. Ve bunu daha önceleri neden yapmadığını da düşünerek:
“Kimseye hakettiğinden fazla değer verme.” Buna iyi ki çok önem vermemişim, bugün önemsemenin anlamını bilmeyebilirdim diye düşündü.
“Hayat adil değildir.” Olsun, eşitsizliğin ve mücadele etmenin anlamını öğrendim dedi kendine.
“Kimseye güvenme”. Yok canım, bu o kadar da kötü değil. Elbette önce kendine güvenmeyi bilecek insan ve böylece güvenmenin, güvenilmenin, veya tam tersinin anlamını öğrenecek. Tek başına değil ki insan toplum içinde.
“Başın her zaman dik ve ileriye dönük olsun, geride takılı kalmasın”. Evet, yol alabilmek, ilerleyebilmek için öğrenmeliydi insan bunu.
“Zamana bırak”. Neden diye düşündü, her durum, her yaşanan için bu mümkün olmayabilir. Zaman, içinde bulunduğumuz, bizimle, yaşadıklarımızla ve şekillendirdiklerimizle akıp gider ve biz bırakamayız, mutlaka taşırız. Herhalde, bu akışta ya kendin değiştir, ya da kendiliğinden değişir ve kaybolur demek istemiş söyleyen diye düşündü.
“Sakın yapamam deme, önce dene”. Doğruydu, çünkü yapamam dediklerinin pek çoğu kaçmıştı. Ama, sevindi, önünde uzun bir hayat vardı artık istediklerine yapamam dememek için.
“İstenmedikçe öğüt verme”. Belki, ama yaşamında yer alan ve anlam ifade edenlerin verdikleri öğütlerin bazıları şimdi işine yarıyordu. O zaman öğüt verirken de alırken de yaşanmışlığı olanları elemeyi ve seçmeyi öğrenebilir insan dedi kendine.
“Önce kendini sev, önce kendine değer ver, önce kendine saygı duy”. Bak işte bunlar çok doğru diye düşündü. Kendini seversen, değer verirsen ve saygı duyarsan, aşmalar kolaylaşır. Yaşamına sahip çıkarsın, tüm kötülükleri ve güzellikleriyle. Bu özelliğinin yansımaları seni takip eder dedi ve bunu iyice aklına yerleştirdi ve kağıdı tekrar torbaya koymadı. Çünkü, kendisi varsa yaşadığı hayat ve anlamlar vardı ancak; kendisi değerli ve önemliyse, yaşadığı hayat da değerli ve önemliydi.
Herşeyin, her canlının, her duygunun bir ömrü olduğunu öğrenmişti. Ve kendini sevmek insanın kendisiyle aynı ömürlüydü.
Daha çok kağıt vardı bu şık torbada tozları silmeye yarayacak.
Neredeyse bir servet harcayarak ve gerçekten aşık olduğuna inandığı zaman aldığı şık torbasını çıkardı. Yıllarla içine hem kendisinin kendine verdiği, hem de diğerlerinin ona verdiği akılların her birini yazdığı kağıtları doldurmuştu.
Yaşadığı yorgunluk, “ben” sorularını da yoğunlaştırmaya başlamıştı. Bir yandan sessizce bu sorularını dinlerken, torbadan tek tek kağıtları çıkarmaya ve okumaya başladı. Ve bunu daha önceleri neden yapmadığını da düşünerek:
“Kimseye hakettiğinden fazla değer verme.” Buna iyi ki çok önem vermemişim, bugün önemsemenin anlamını bilmeyebilirdim diye düşündü.
“Hayat adil değildir.” Olsun, eşitsizliğin ve mücadele etmenin anlamını öğrendim dedi kendine.
“Kimseye güvenme”. Yok canım, bu o kadar da kötü değil. Elbette önce kendine güvenmeyi bilecek insan ve böylece güvenmenin, güvenilmenin, veya tam tersinin anlamını öğrenecek. Tek başına değil ki insan toplum içinde.
“Başın her zaman dik ve ileriye dönük olsun, geride takılı kalmasın”. Evet, yol alabilmek, ilerleyebilmek için öğrenmeliydi insan bunu.
“Zamana bırak”. Neden diye düşündü, her durum, her yaşanan için bu mümkün olmayabilir. Zaman, içinde bulunduğumuz, bizimle, yaşadıklarımızla ve şekillendirdiklerimizle akıp gider ve biz bırakamayız, mutlaka taşırız. Herhalde, bu akışta ya kendin değiştir, ya da kendiliğinden değişir ve kaybolur demek istemiş söyleyen diye düşündü.
“Sakın yapamam deme, önce dene”. Doğruydu, çünkü yapamam dediklerinin pek çoğu kaçmıştı. Ama, sevindi, önünde uzun bir hayat vardı artık istediklerine yapamam dememek için.
“İstenmedikçe öğüt verme”. Belki, ama yaşamında yer alan ve anlam ifade edenlerin verdikleri öğütlerin bazıları şimdi işine yarıyordu. O zaman öğüt verirken de alırken de yaşanmışlığı olanları elemeyi ve seçmeyi öğrenebilir insan dedi kendine.
“Önce kendini sev, önce kendine değer ver, önce kendine saygı duy”. Bak işte bunlar çok doğru diye düşündü. Kendini seversen, değer verirsen ve saygı duyarsan, aşmalar kolaylaşır. Yaşamına sahip çıkarsın, tüm kötülükleri ve güzellikleriyle. Bu özelliğinin yansımaları seni takip eder dedi ve bunu iyice aklına yerleştirdi ve kağıdı tekrar torbaya koymadı. Çünkü, kendisi varsa yaşadığı hayat ve anlamlar vardı ancak; kendisi değerli ve önemliyse, yaşadığı hayat da değerli ve önemliydi.
Herşeyin, her canlının, her duygunun bir ömrü olduğunu öğrenmişti. Ve kendini sevmek insanın kendisiyle aynı ömürlüydü.
Daha çok kağıt vardı bu şık torbada tozları silmeye yarayacak.
Bir sabah kahvesi ve yanında çikolatalar. Yine, bitter ve sütlü çikolataları eritip kalıplara döktüm. Bazılarına fıstık ilave ettim. Bazılarını da, az şekerle pişirip, likör eklediğim çilek ve kivi karışımı ile doldurdum.
14 yorum:
RÜYA; biz uyurken kalbimizin tuttuğu bir dilektir.ARKADAŞ;uçmayı unuttuğumuzda bize kanatlarını açan bir melektir.HAYAL GÜCÜ; bizi bilmediğimiz yerlere uçuran bir rüzgardır,ve HAYAT; içinden ne çıkacağını bilmesek de açmamız gereken bir zarftır.açtığın zarflardan hep güzel şeyler çıkması dileğiyle...
iyi akşamlar dilerim sevgilerle
www.karabiberinmutfagi.blogcu.com
Canım Betülümm şu çilekli likörlü olanlar var ya btirdi beni burda bu kalıpları nerden buldun var mı bizim köydeee bende alıp hemen deneyim hazır çilek varken offff geliyorum sana
ve yazdıkların öyle güzel ki hepimiz arada bir de olsa torbaya bakmalı değil mi
kocaman sevgilerrr
Ama olmadı şimdi beni can evimden vurdum harikasın ellerine sağlık
çooook güzel olmuşlar , hkahve ve çikolta ikisine de hayır diyemem ben : ))
sevgiler
funda
Sabah daha 08:30 veee pazartesi haftam guzel gececek:))))
aaahhh ne güzel olmuşlar.. çikolata krizi günlerindeyim ama ben kahvemi çikolatasız içtim:( ellerinize sağlık, hazır zannettim başta, ne kadar beceriklisiniz!
HİKAYE ÇOK GÜZEL... AMA ÇİKOLATA DA ÇOK GÜZEL... DEMEK ÇİLEKLİ KİVİLİ YAPTIN... BENDE HAFTA SONU ÇİKOLATA TOPLARI YAPTIM NAMI DİĞER TRUFF... BAZILARININ ARASINA YİNE DAHA ÖNCEDEN YAPTIĞIM PORTAKAL ŞEKERLEMELERİNDEN EKLEDİM...
KALIP BULABİLİRSEM BU ÇİKOLATALARIDA DENEMEK İSTERİM...
BETÜLCÜĞÜM ELLERİNE SAĞLIK... SICACIK SEVGİLER...
Betül'cüğüm,
Yine çok güzel yazmışsın.
Ne güzel öğütler çıkmış senin torbadan...
ay ben yerim bunlariiiiiiiiii
Betül'cüm
Senin yazılarını okurken gözlerim nemleniyo hep :)Çok dolu bir insan olduğunu düşünüyorum, iyi ki seni tanıdım..
Torbamdaki kağıtları gözden geçireceğim tekrar..
Sevgiler
Ya nasıl da etkilenmişim yazıdan, o nefis çikolatalara yorum yapmamışım..Hem de benim gibi bir çikolata canavarııı :)
Bayıldım ben bunlara, ama en çok da kalıplara..Ellerine sağlıkk
Betülcüğüm, en dayanamadığım şey çikolatadır.harika yapmışsın, bende ilk önce hazır zannettim.ellerine sağlık canım.hikaye de çok etkileyici...
öpüyorum canım sevgiler..
Hepinize güzel yorumlarınız için teşekkür ederim.
Betülcüğüm,
Ne güzel yazmışsın..Benim de böyle yazıları biriktirdiğim bir kutum var; hayatın ve insanların öğrettiklerini hatırlamamı sağlayan..
Bütün bu denenler çok doğru olmasına rağmen bazılarını uygulayamamak canımı sıkıyor bazen. Ama önemli olan her sabah uyandığında bugün daha iyi şeyler yapabileceğine inanmak galiba..Bu inanç ve umut da insanı ayakta tutuyor sanki..
Yazılarının devamı dileğiyle..
Sevgiler :)
Yorum Gönder